29 Ağu 2011

YİNE DÜŞTÜK YOLLARA...


Her zamanki gibi bir var bir yok olan ben, burda yokken yine düştüm yollara. Epey uzun zaman önce tabi. Mayısta. Her ne kadar ağustos ayını bile devirmiş olsak da ben ancak şimdi paylaşabiliyorum sizlerle.

Biraz blogla ilgili sorunlar soğuttu beni burdan, biraz da kpss falan derken geçti gitti işte zaman. Neyse oralara hiç girmeyelim diyorum ve hemen fotoğrafların hikayesine geçiyorum.

Okuldan arkadaş dört kişi düştük Muğla yoluna. Amaç sözde diploma almak. Ama bu bahane tabi. Maksat birbirimizi görüp, tekrar Muğla'da buluşmak, zamandan kopup eskisi gibi olabildiğimizi görmek ve oranın havasını bir kez daha çekmek içimize.


Bu arkadaşlarımdan birini mezun olduğumdan beri, yani yaklaşık üç yıldır, birini de iki yıldır görmeyişimi ve bir diğerinin de "sevgili" arkadaşım :) olduğunu bilirseniz, bu tatilin benim için ne kadar bekleyiş dolu, ne kadar güzel geçtiğini anlarsınız sanırım.  Ben mezun oluşumdan bu yana iki kez gittim Muğla'ya, bu üçüncü. Ama ilk kez kendimi eski günlerdeki gibi hissettim, ilk kez Muğla'da olduğuma inanamadım.

Neyse en iyisi ben susayım, yaklaşık 300 fotoğrafın arasından seçtiğim fotoğraflar anlatsın.
Gece Masa Dağı'ndan Muğla manzarası


Çok özlediğim, hep özlediğim, hiç doyamadığım Akyaka...


Akayaka'da kesinlikle ama kesinlikle gitmeniz gereken Orfoz...


Bu bıdıklara bakarak yapılan kahvaltı...gidin ve yapın!

Yeşille mavinin buluşmasından benim anladığım budur!


Akyaka'nın en güzel kıyılarından birine, Çınar'a gidip de orayı böyle sakin, bu kadar duru görmek...


Orada miskin miskin oturup balık tutmaya çalışmak, tutamamak...


Tabi ki biralarımız eşliğinde...
(Hala kimimizin Efes'çi, kimimizin Carlsberg'çi, kimimizin Tuborg'çu olduğunu görmek...)


Ve elbette midyeee!!!



Dünya gözüyle burdan bir kez daha bakabilmek...


Bir kez daha bu kumsal...


Ve kapanışı illa ki tekila ile yapmak.

not: hedef 2013 demiştik ya, gelin şunu 2012 yapalım gençler :) öperim!

17 Ağu 2011

MUCİZELERE İNANIR MISINIZ? (Bu aralar hayır!)

İşsizlikten kurudum kaldım. Sanki beynim eriyor yavaş yavaş. Üstüme yapışan tembellik ve bıkkınlık hali ise günden güne yiyor beni. En üretken, en çalışkan olmam gereken yılları bir evin içinde, bir bilgisayarın başında, üç beş kitabın arasında geçiriyor olmak beni delirtecek yakında. 

Bazen her şeye en baştan başlayabilecekmiş gibi güçlü, bazen de elimden hiçbir şey gelmeyecekmiş gibi çaresiz görüyorum "ben" dediğim varlığı. Bir sabah yeni yeni işlere adıyorum kendimi, zihnimde tabi, başka bir sabah ise odamdan bile çıkasım gelmiyor. 

Beş para etmez insanların çatır çatır çalıştığını, işindeki bilgisi sokaktan geçen sıradan birinden bile daha az insanların ne pozisyonlarda olduklarını görmek ise delirtiyor beni. Bir de çalıştığını ele güne duyurma meraklısı görmemiş, hasta ruhlu insanlar var tabi... 

son dört ay içinde iki kez tatile gittim. yaşadığım şehirden ve her şeyden uzaklaşma şansım oldu.
ciddi bir maddi sıkıntım yok.
istediğim kadar işsiz yaşayabileceğim bir evim var, içinde ailem olan. üstelik onlar, "olur elbet, sıkma canını" diyor.
ama bunların hiçbiri kendi başıma kaldığımda içime çöken sıkıntıyı yenmeme yetmiyor.

Bir mucize mi beklediğim. Belki de...
Zaten ne kaldı ki elimde...