8 Şub 2013

KAFAMI GÖKYÜZÜNE DOĞRU ÇEVİRİP...



Hiç sevmem uzun otobüs yolculuklarında mola verilince arabadan inmeyi; ama bu akşam iniyorum. Biraz oksijen gitmesi lazım çünkü beynime. Başka insanları görmem lazım. Telefonda konuşanları, birbirini özleyenleri, birbirine kızanları...Belki bir daha hiç rastlamayacağım yüzler görmem lazım kafamın dağılması için.

Terme bilmem ne dinlenme tesisleri...Adını bilmiyorum; fakat domates çorbası güzel buranın. (Üç gündür evdeyim ama çorba içmedim hiç evde. Çünkü bizim evi "yuva" yapan şey, yemek kokusundan ziyade gülmelerimiz bence.) "Hadi içeyim..." diyorum, oturuyorum masaya. Bir ara elimi cebime atıyorum: cebimde sümüklü mendil ve otobüs biletim. Kirpiklerimin dibi ıslak. Yine Musti'yle kapıdan çıkmadan önceki sarılışımız geliyor aklıma. Ve onun sıcak sırtı. Ateşi vardı biraz. Şimdi nasıl ki acaba?

Çorbam bitiyor, tekrar otobüse doğru gidiyorum. İnsanlar bana, ben insanlara...Birbirimize tuhaf tuhaf bakıyoruz. Sonra nereden geliyorsa aklıma, zorla evlendirilen kızlar, ailesinin sırt çevirdiği, küstüğü evlatlar geliyor..."Nasıl dayanıyorlar?" diyorum..."Nasıl oluyor da devam ediyorlar?" Ben ille de elzem olmayan şartlarla, kendi iradem ve isteğimle gidiyorken hep evden, ailesinden mecburen uzakta olan insanlar ne yapıyorlar? Çok zor olsa gerek...

Biliyorum ki benim derdim, bir evden çıkana kadardı. Sonrası hep oraya geri dönme isteği...Çünkü ben "evim"den değil, şehirden gitmek istedim hep.

Valizimde ve çantamda birkaç kilo kivi...Peki Ankara'da kivi yok mu? Var. Ama ablam biliyor ki, ben gidip de meyve almayacağım marketten ya da manavdan. Hiç değilse mutfakta gözümün önünde dursun da C vitamini, yiyeyim bir zahmet. Hasta olmam belki bu sayede. Mutlu olur onlar da. Hasta olmayı hiç istemiyorum içleri rahat etsin diye...

Derken biraz uyku, biraz sırt ağrısı, sonra Ankara. Kafamdaki soru: "Ne işim var benim burada?" Eve gidiyorum. Önce duş, sonra tekrar biraz uyku. Alarm çalınca kalkıyorum, dışarı çıkıyorum. Dışarıda mis gibi bir güneş. Kim der, aylardan şubat diye...Kafamı gökyüzüne doğru çevirip gözlerimi kısarken yarım bir mutluluk doluyor içime ve her zaman olduğu gibi: "Her şey güzel olacak!" diyorum, buna inanmak istiyorum.

16 Şub 2012

PIRTLANGUÇ'UMUZ 4 YAŞINDAAĞĞ



Yine geciken, yine ertelenen bir postaa...Ama bu artık bir klasik oldu burası için. Ne yapıyoruz, alışıyoruz, yadırgamıyoruz.

Bizim pırtlanguç doğduğundan beri ilk defa hastalıksız bir ocak sonu-şubat başı geçirdi. Biz de bunu fırsat bilerek hadi dedik, bu sene adamakıllı ve zamanında kutlayalım şu çocuğun doğumgününü. Dedik, "Musti nasıl isersin doğumgününü? Teması ne olsun?" Dedi, "Koyşanlı oyşuunn!" Tamam dedik korsanlı olsun. Sonra ne oldu, nasıl oldu korsanı da aştık ve kurukafaya geldik. Beyefendi pastasını kurukafalı isteyince (4 yaşındaki kaç çocuk ister böyle bir şey bilemiyorum) bir anda pek çok süsleme kurukafalı oldu. Olsun, bence iyi oldu, çok da güzel oldu.

Lakin doğumgünü çocuğu Musti olmasına rağmen, asıl kim(ler)in eğlendiği ise meçhul. Ama Musti de şanslı çocuk ha, daha bu yaşta bir sürü güzel kız var etrafında. Güzellik çıtası epey yükselecek, büyüyünce kolay beğenmeyecek ama olsun, yapacak bir şey yok...










Ve biz böylece, bu fotoğrafta olanlarımız ve fotoğrafta olmasa da Musti için gelen aile büyükleri,
hepimiz,
yüzü kadar güzel, kendisi gibi mutlu, adını aldığı kişi kadar onurlu
bir hayat diliyoruz her şeyimiz, pırtlanguçumuz Musti'ye.
Hep bizimle ol, hep mutlu ol kuzucuğum, seni çok seviyoruuuzzzz.

12 Oca 2012

İSMİMİZİ DEĞİŞTİRDİK YA SONRA..?

Burayı takip edenler bilirler, bilmeyenler için kısaca özetleyeyim, ben birkaç ay önce ismimi değiştirdim. Evet, anne babamın binbir özenle (!) seçip bana uygun gördüğü o muhteşem (!) ismi gidip mahkeme kararı ile değiştirdim. Şurada anlatmıştım.

Garip bir şey aslında insanın kendine isim bulması, beğenmesi, içine sindirmesi. Ben yıllardır ismimi değiştirmeyi istememe rağmen, karar verip harekete geçişim birdenbire oldu. Dolayısıyla seçtiğim isim de biraz aceleye geldi. Yo yoo, asla şikayetçi değilim kararımdan. Sonuçta pek çok isim o eski ismimden iyi olacaktı. O yüzden çok da düşünmeye gerek yoktu. Hem insanın çok değişik alengirli bir ismi kendine layık görmesi biraz megolamanlığa kaçacağından çok da kafa yormadım ve sevdiğim, beğendiğim hep de beğeneceğim bir isim seçtim kendime ve oldu. Nasıl olduğunu da, yani işin hukuki sürecini de şurada anlatmıştım.



Geçenlerde bir takipçim mail atmış, "Ee, hikayenin devamı gelmedi, merak ediyorum, hem ben de aynı dertten muzdaribim, anlatabilir misin" diye...Hay hay, elbette! Biri bana  "anlat" demeye görsün. Çok iyi bir anlatıcı olduğumdan değil, çünkü ben bir şey anlatırken daldan dala atlama huyum çoktur ve toparlama yetim azdır, tıpkı şimdi olduğu gibi...Evet iyi bir anlatıcı değilim ama anlatmak hoşuma gidiyor bildiğim bir şeyi. O yüzden gelin bakalım, hikayenin devamında kahramanımız nelerle karşılaşmış...

Valla dediğim gibi, isim değiştirmek çok da sık rastladığımız bir durum değil. O yüzden insanların verdiği tepkiler çeşit çeşit. "Ben alışamam" diyenler, "Eski ismin daha güzeldi"ciler, kendine alışamıyor süsü verip sizi gıcık edenler...Bir kere her şeyden önce bu sizi gıcık etmeye çalışanlara karşı gardınızı sağlam alın. Gerçekten şaşıranla, bunu yalandan yapanı ayırt edin, tepkilerinizi ona göre koyun. Ben, beni ciddiye almayan kimseyi ciddiye almadım ve eski ismimi söyleyip eblek eblek sırıtan kimseye de sinirlenmedim, hepsini kendi haline bıraktım. Gerçekten şaşıranlara da, "Naber x?" dediklerinde, gülümseyerek "x kim?" dedim, devam ettim. Buradaki x, elbetteki eski ismim :)) Yani insanları çok ciddiye almamak lazım. Hepsinin inadı elbet bir yerde kırılacak, elbet kanıksayacaklar bu yeni durumu.

Aileme, eşe dosta dedim ki hemen telefondaki adımı değiştirin. Buradan başlamalarını istedim, hepimiz için kolaylık olur diye. Zaten ailem beklediğimden daha hızlı alıştı. Bunda 4 yaşındaki yeğenimin emeği büyük. Kendisi yanlış söyleyen herkesi uyarıyor sağ olsun, onun adı Gökçe diye :))

Arkadaşlarım da kolay alıştılar diyebilirim. Hala alışamayanlar var tabi, düşünün 8 ay oldu ama o alışamayanlar yüzyüze çok sık görüşemediğim, uzaktaki arkadaşlar. Hemen her gün gördüğünüz, ya da sık haberleştiğiniz insanlarda bir problem yok.

Sosyal hayatı bir kenara bırakırsak, mahkeme olduğu gün benim ilk yaptığım şey, yeni bir mail adresi almak oldu. Sonra iki hafta geçip de yeni kimliğimi alınca, uzun zamandır kullanmadığım halde yeni bir facebook hesabı açtım, arkadaşlarım daha çabuk kanıksarlar niyetiyle.

Sonra da yavaş yavaş, banka, telefon hattı gibi işlerle uğraştım. Ki bu kısım çok kolay oldu. Sadece mahkeme kararınızı gösteriyorsunuz ve onlar sizin adınıza dilekçe yazıyorlar, ya da sistemde güncelliyorlar, bankalar yeni kart istiyorlar, bir iki haftaya geliyor vs. Sorunsuz ilerliyor bu noktada işler. Ama ben hala sağlık güvencesi bilgilerimi güncellemedim, onu epey salladım, bir ara el atsam iyi olacak. 

Sonracığıma başka ne vardııığğ? Hah, diploma! Bak işte orada bir sıkıntı var. Diplomanızla ilgili hiçbir değişiklik yapamıyorsunuz malesef. Mezuniyet tarihinizden sonraki hiçbir değişiklik, hiçbir şekilde diplomanıza yansıtılamıyormuş. Koskoca kütükte değişiyor adınız, ama diplomaya söz geçmiyor. Bana biraz saçma geldi, ama yapacak bir şey yok. Diplomamla ilgili bir başvuru vs. yapmam gerektiğinde diplomanın hemen peşinden mahkeme kararını veriyorum oluyor bitiyor, sıkıntı yok. Ama işte orada eski isim yazması batıyor bazen. Bu arada mahkeme kararı demişken, onun birkaç aslı gibidir diye kopyasını alın muhakkak mahkemeden. Çünkü nerede lazım olacağı hiç belli olmuyor. Hatta ben bir kopyasını sürekli nüfus cüzdanımla birlikte taşıyorum, ne olur ne olmaz...Ama sevmediğiniz bir isimden kurtulmanın bedeli olarak bu yükün sözü bile olmaz...

Ehliyet...Ben ehliyetimi ismimi değiştirdikten sonra aldığım için o kısımla ilgili bir şey diyemeyeceğim. Şu var, ehliyetimi alacağım gün, maliyeye gittim para yatırmak için. Orada eski ismim çıktı. Dedim ki yok benim adım bu, ben değiştirdim. Hemen birkaç masa ötede sicil güncelleme mi ne, öyle bir yere yönlendirdiler, mahkeme kararının kopyasını uzattım (her zaman taşımakta fayda var demiştim), bir dakika içinde sistemde değişti ismim. Hiçbir sorun çıkmadı yani bugüne kadar...

Bunların dışında geçenlerde bir şeye dikkat ettim ki, diplomanın dışında isminizi asla değiştiremeyeceğiniz başka yerler de var maalesef. Mesela, arkadaşlarınızla çektiğiniz bir video, sizin için yapılan bir slayt vs. Ama bunların hepsi hatıra olduğu için çok da rahatsız etmiyor sanırım. Ha, sonra mesela kitaplar...Sanki ismimi çok severmişim gibi, eskiden aldığım neredeyse her kitaba ismimi yazmışım, şimdi karalasam olmaz, yırtsam hiç olmaz, kalsın öyle dedim vazgeçtim. Çok da kasmamak lazım...Onca yıl o isimle yaşamışız kolay mı...Ha yakın çevrenizde artık yeni isminizle biliniyor, insanlara artık kendinize ait hissettiğiniz bir isimle mi tanıtıyorsunuz kendinizi...Gerisi önemli değil. Yani ismini sevmeyenler, değiştirmek isteyenler, bence hiç daha fazla zaman kaybetmeyin, yapın!

Çok uzun oldu belki ama aklıma gelen her ayrıntıyı yazmak istedim, umarım faydalı olur. Yine de akılda kalan sorular olursa buradayım, daha da anlatırım.


10 Oca 2012

Hu Huuu...



Görmeyen duymayan,
Bilmeyen etmeyen kalmasın.

Pasaklı Kraliçe'nin tam gaz açılan Bozuk Organizasyon'u burada. Bozuk olmayan organizasyonlarda buluşmak üzere...

Hadi hayırlı olsun!

1 Oca 2012

LÜTFEN...LÜTFEN.



Geldiydi, gittiydi, bittiydi derken alın size 2012.

Etrafıma bakınıyorum, blogları okuyorum ve anlıyorum ki, birçok insan için pek de kötü geçmemiş 2011. Hatta bazıları için "daha ne isteyebilirdim ki" kıvamındaymış, negzel negzel...Gönül isterdi ki, bana da ucundan kıyısından hoşluklar yapmış olsun geçtiğimiz yıl. Olmadı, sağlık olsun. Sağlık demişken, eyvallah ne ailemin, sevdiklerimin ne de benim sağlığımla ilgili bir sorunumuz var. E huzurumuz da yerinde. Ama yetmiyor demek ki işte. Neyse...

Hayatımın en gereksiz, en boş ikinci senesini (bir diğeri de 2010 du) de bitirmiş olmanın rahatlığı da yok değil. Çünkü düşünüyorum da, evrenin ya da tanrı'nın bir üçüncüsünü layık göreceği kadar da kötü bir insan değilimdir herhalde.

Yani özetle, madem adı yeni yıl, o zaman yeni olsun bir şeyler. Yeni bir şehir belki...Ve hayatıma büyük yenilik katacak güzel bir iş. Geçmiş günleri aratmasın elbet ve ondan bir değil birkaç tık iyi olsun mümkünse.

İster yıldızı parlamak denilsin, ister yıldızların bizimle olması, ister kader, ister kısmet, ister doğru yer doğru zaman...Adı her ne olursa olsun, lütfen güzel olsun.

28 Ara 2011

NEDEN?

Neden oluyor, anlamaya çalışıyorum. Hani insanın hayatta hiçbir işinin yolunda gitmediği ve herkesle ters düştüğü zamanlar olur ya, neden acaba?

Bazen iyi olsun diye çabaladıkça daha da kötü olur.
Bazen ben yoruldum, biraz da karşımdaki beni anlasın dersin, iyice kötü olur.

Böyle zamanlarda en iyisi, kendime sığınmak, kendime inanmak. Belki gerçeği daha iyi görürüm diye. Ama "gerçek" nedir söylesenize...Hepimize ve duruma göre değişen, farazi bir şey değil midir gerçek? Tek bir doğru var mıdır hepimiz için geçerli? Hiç sanmıyorum.

Ve insan ilişkileri o kadar karışık ve dinamik bir yapı ki...Bir tane genel geçer donesi yok.

Ben hiç kırılmıyor ya da kızmıyor muyum? Ama en kızgın anlarımda bile kendimle biraz baş başa kalmak yetiyor bana. Sevdiklerimi gözden çıkarmıyorum ne kadar öfkelensem bile...Kimseyle küs kalmak gelmiyor işime. Çünkü küslük, halledilmemiş şeyler, konuşulmamış sorunlar demek. Her zaman konuşmayı tercih ettiğim söylenemez evet, ama konuşmuyorsam eğer,o  sorunu unutmak istiyorum demektir bu. Çok sevdiğim bir insanla bazen konuşmadan, dile dökmeden de halledebiliyorum hissinin verdiği rahatlıktır bu. Peki sevdiklerimize karşı bu rahatlığımız olmayacaksa, bu kadar nazımız geçmeyecekse...Eyvallah demekten başka ne düşer ki bize...

Ne kadar bunalsam da, daralsam da, dedim ya, biraz uzaklaşmak yetiyor bana. Belki de unutkan bir insan olmamın tek faydası bu. Unutuveriyorum hemen, neye kızdığımı bile bazen. Unutmak güzeldir...

Ama artık içimden gelen tek şey, gitmek! Kimseye ağırlık ve keder vermeden, kimseden de bir şey almadan gitmek...Gitmek derken, kimseye hesap vermeyeyim değil benim derdim. Hesap verecek bir şeyimin olmaması gerekliliği bu. Hem nedir ki hesap vermek...Hani bir kere gelmiştik dünyaya, hani kısaydı hayat. O zaman ben kendimi bildikten sonra, bana güvenen kimseyi hayal kırıklığına uğratmadıktan sonra, sevdikten ve sevildikten sonra, uzak da olsak hep yakın durduktan sonra...Neden hesap almak-vermek derdi olsun ki aramızda...

Gitmek derken, sorumsuzca değil özgürce gitmek istiyorum. Derdim kimseden kaçmak değil, sadece kendime yakınlaşabilmek. Kendimi bulmak, gerekirse kaybetmek ve tekrar tekrar bulmak.

Hayat kısa ve bu hayat benim. O zaman iyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla yaşamak bana düşer. Hepimizin tek bir amacı var, o da mutlu olmak. Ama yaşamadan bilemezsin ne ile mutlu olacağını. O yüzden yaşamak gerek. Dolu dolu ve özgürce. Özgürlük dediğin ise, kimseyi kırıp dökmeden yapılıyorsa, bütün yolları yine hep inandığın, sahip çıktığın sağlam değerlere çıkıyorsa özgürlüktür.

27 Ara 2011

ne yapmalı...

Geçen sene, yani 2011'e girmemize az zaman kala, "bu sene bir değişiklik yapayım ve 2011 için hedef listesi oluşturayım kendime" demiştim -ne saçma-. Neyse, dedim ki bir de, hedefler abartısız, basit şeyler olsun ki, gerçekleştirebileyim ve kendime güvenim pekişsin falan -fasa fiso işler işte-.
Sonuç tabi ki hepimizin tahmin edeceği gibi oldu, o hedeflerin hiçbiri tutturulamadı, planların hiçbiri hayata geçmedi. Ama neyse ki, kafamda olmayan iki yeni şey girdi hayatıma 2011'de. Ne olduğu bana kalsın. Hiç aklımda yokken ve ben sürekli ertelerken onları, oluverdiler işte. Ve ikisi de birden karar vermemle gerçekleştiler. Burada ismail türüt'ten gelsin, plan yapmayın plan :)) Her şey kendi istediği gibi akıp gidiyor ne de olsa hayatta.

Dolayısıyla 2012 için hiçbir plan, hedef, istek vs. hiçbir şeyim yok. Ama beklentim var tabi azdan çoktan. Pek büyütmemek gerek yine de, elimizde patlamaması açısından.
Zaten kafam o kadar o kadar o kadar karşık ki...İstesem de plan yapamıyorum. Resmen biri hayatı dursun büyüsü yapmış gibi. Büyü ise eğer, çok etkiliymiş, üç sene oldu etkileri hiç geçmedi. Şimdi bir yerden el atmalı, toparlamalı ama nasıl...?

Bazen diyorum ki;
Her ihtimali, denemeye çalıştığın her kapıyı boşver, 6 ay kastır ve kpss için bir şans daha ver kendine.

Sonra bazen diyorum ki;
Ne kpss'si, bu ülkede bundan daha büyük bir kandırmaca var mı, boşver sen onu. Otur ingilizce çalış, üds'ye gir ve yüksek lisans yap, kendini yeniden ait hissedebileceğin bir yere koy, bunu yapabileceğini biliyorsun.

Bazen;
Bankalar...Evet onlara inan, seni onlar paklar. Ne alaka deme, otur çalış, takip et, gir ve kazan. Az kazanırsın ama bir adın olur artık diyorum.

Sonra bazen de;
Otur ales çalış, bugüne kadar aldığın puandan daha da iyisini al. Hem banka sınavlarında işine yarar çalışmış olmak, hem de ne bileyim olur ya, belki bir okulda okutmanlık falan çıkar karşına, başvurursun işte...diyorum.

Aslında hiçbiri nokta atışı fikirler değil, ha çok zor da değil....Evde boş boş oturmaktansa birine olsun yoğunlaşıp yapılabilir ama neden bilmiyorum bende en ufak, en basit bir işi yapmak için bile hal mecal yok. Gerçekten bilmiyorum neden...Bu isteksizlik, daha da miskinlik halini mi doğuruyor, yoksa ortada fiziki bir sorun mu var, çünkü bazen gerçekten üstümü değiştirmeye, ne bileyim duş almaya bile aşırı üşeniyorum. Çok istiyorum bu halin üstümden gitmesini ama yapamıyorum bir türlü. Kitaplarım, filmlerim, şarkılarım, bir de yeğenim...Başka da mutlu eden bir şey yok beni sanırım. Eski beni çok özlüyorum ama onun geri gelmeye hiç niyeti yok gibi.