28 Ara 2010

YENİYILI MI KUTLAMALI BU GÜZEL HAVALARI MI?

"Bu sene neden bir türlü tam anlamıyla yılbaşı havasına giremiyoruz?" diye düşünürken cevabı bulduk!
Havalardan. Evet, havalardan.
Güya aralık ayındayız ama baksanıza havaya, hala baharlık montlar giyiyoruz,üstüne üstlük içine bir de tişört giyiyoruz.
Kazak neyim giyen var mı aranızda?
Hem sevindirici hem ürkütücü bu havalar.
Bir an "Böyle küresel ısınmaya can kurban" diyorum, sonra vazgeçiyorum "Cık! Hiç iyi değil, hayra alamet değil" diyorum yaşlı teyze edasıyla.


Yani diyeceğim şu ki, yılbaşı dedin mi soğuk gelir akla, karanlık hava gelir, karakış gelir, hatta kar gelir.
Şimdi camları süsleyen kar spreyleri ne kadar anlamsız duruyor.Takvimlerimiz değişmiş de, bahara girerken kutluyormuşuz gibi yeniyılı.

Yine de umut etmemek, bu haftayı güzel geçirmemek için bir sebep yok.

Bu arada tarihe şunu da not düşeyim, hani hep bu yılın ne kadar berbat olduğundan, çok sıkıldığımdan falan dem vurdum ya, işte 2010 gider ayak bana bir hoşluk, bir güzellik yaptı, sağ olsun.Bu sefer ne olduğu bana kalsın.Çok büyük değil ama "fena da değil" bir şey hani.

Böyleyken böyle.
Sizde durumlar nasıl?

not:  konuyla ilgili elde o kadar materyal varken çekilecek, fotoğraf makinesi bozuk olduğu için çekemeyip, google'dan fotoğraf koymak çok tırt bir şey bu blog için.

18 Ara 2010

ALIŞVERİŞLER YAPILIR, AĞAÇLAR SÜSLENİR, YENİ YIL BEKLENİRKEN

Bir önceki yazımda bahsettiğim işsizliğe inat, uzun süredir ara verdiğim internet alışverişlerine ufak çaplı bir geri dönüş yaptım.
Taa bayramda, kataloğunda gördüğümden beri almak istediğim tchibo kurabiye kalıplarından aldım.
Ben özellikle harf ve rakam kalıplarını isterken bir baktım bunda çam ağacı- kardan adam - kurabiye adam kalıpları da var, şahane oldu valla.
Üstelik minik bir paket kahve de geldi hediye, sevdim seni tchibo!
Şimdi sıra yılbaşı için kurabiye yapıp ağacımıza asmakta.



İkinci alışveriş ise geçenlerde bahsettiğim idefix kitap alışverişiydi. Uzun zamandır kitap almamanın üzerine çok iyi geldi.Ayrıca idefixten oldukça memnun kaldım. Ürünün hazırlanması ve kargolanması aşamasında mail atıp sizi sürekli haberdar ediyorlar durumdan.
Gelen maillerden birinde "Hasret Bey" (öeh!) yazmaları dışında hiçbir sıkıntım olmadı. Tabi bu, zaten adıyla büyük sorunlar yaşayan "ben" i ismimden iyice nefret ettirmedi de değil.

Gelelim "yeni yıl" olaylarına...
Biraz geç olsa da geçen gece yılbaşı ağacını kurdum, yılbaşı temalı  fener, saklama kutusu, mumluk...ne varsa çıkardım ortaya, evi süsledim.
Ancak bu nasıl bir talihtir ki, tıpkı geçen sene olduğu gibi fotoğraf makinemiz yine bozuk!
O yüzden hiçbirinin fotoğrafını çekemiyorum. Umarım 31 Aralık'a kadar yapılır, çünkü bu sene de yılbaşı gecesinden hiçbir fotoğraf olmazsa elimde çok üzüleceğim.

Hepinize kurabiye kokulu mis evlerinizde geçireceğiniz güzel bir "yılbaşı geri sayımı" diliyorum.
Ve 2009'u karşılamaya hazırlanan iki sene önceki Eskişehir fotoğrafı ile gidiyorum.



Ah Eskişehir, şimdi kim bilir ne kadar güzel, yılbaşına sayılı günler kala ne kadar ışıl ışılsındır.
Kışı sevdirebilecek bir şehir varsa o da Eskişehir'dir!
Gidilmelidir!

14 Ara 2010

İŞSİZ OLMAK DEMEK...

- İşsiz olmak, bir kere her şeyden önce  "Kontürüm bitti arayamadım, haber veremedim", "Aradığını gördüm ama kontürüm yok,dönemedim" cümlelerini çok sık kurmak, o kadar kurmak ki artık derinin kalınlaşması demek.

- İşsiz olmak, internet alışveriş sitelerine bakmak, istenilenleri ertelemek, hep ertelemek, sonra da vazgeçmek demek.

- İşsiz olmak, her ay ihtiyacın olan bir kıyafet ile makyaj malzemesi arasında seçim yapmak, alacağın kitapları hep üçten ikiye, ikiden bire, birden hiçe düşürmek demek.

- İşsiz olmak, "Of bu aralar işler çok yoğun" diye şikayet eden insanlara kafa göz dalmak istemek demek.
(bankacılar hariç, allah onlara çelikten sabır versin.)

- İşsiz olmak, çevrenizdeki insanların, sizi gördükleri her yerde, konuyla ilgileri olsun olmasın, "Ee şimdi ne yapacaksın?" diye sorması ve bir bilgisi olsun olmasın size akıl vermesi demek.

- İşsiz olmak, kariyer.net, yenibiris.com gibi sitelere üye olup, abuk sabuk başvurular yapıp bazı dönemler her gün, cevap var mı diye kontrol etmek demek.

- İşsiz olmak, duyduğun her sınava, işine yarasın yaramasın atlama isteği duymak demek.

- İşsiz olmak, facebook sayfalarına, msn iletilerine, yani olur olmadık her yere @amsterdam, @NY gibi şeyler yazan dallama arkadaşlarından ışık hızıyla soğumak demek.

- İşsiz olmak, çalışan anneye inat bütün gün evde olmanın getirdiği vicdan azabıyla ya bir kap yemek yapma, ya temizlik yapma sorumluluğu duymak demek.

- Ve nihayetinde cancağazım işsiz olmak, bütün gün pijamayla   (bakınız eşofman falan demiyorum, bildiğin pijama)   dolaşma eşiğinizin, işsiz kaldığınız süre ile orantılı olarak git gide düşmesi demektir!

Bu eşik yere değdiğinde durum acildir, size yazık, bu ülkeye lanettir!

13 Ara 2010

GÜNDEN DÜŞENLER - 5


* Şu an, geçen hafta bir yaşını dolduran blogumun 100. yazısını yazıyorum.

*Bugün internet alışverişlerine "kitap" ları da dahil ettim. Daha önce internetten neden kitap almamışım,düşündüm,bulamadım.

*Haberlerdeki, Cem Yılmaz'ın Hayde türküsünü söylediği Av Mevsimi görüntüleri işkencesi, bir artık!
Tamam türkü çok güzel, fena da söylememiş ama sinemada izleyenler zaten izledi, henüz izleyemeyenleri filmden soğutma politikası mıdır bu nedir...Zaten bütün filmlerin, herkes izledikten sonra geldiği bir şehirde yaşıyorum,yeter.

*Şu sıralar en favori içeceğim, sütlü kahve! Ama türk kahvesiyle olacak. Bir de öyle çocukluktaki gibi çay bardağıyla değil, bir kupa dolusu.

*Bir Ahmet Ümit kitabı var elimde, Bab-ı Esrar. Ve ben onu bir buçuk aydır bitiremiyorum. Sorun bende, bunu da biliyorum.

*Buraya da kar yağsın, böylece bu şehre birkaç günlüğüne de olsa tahammül edebileyim istiyorum.

*Bir de bu cupcake li çoraplarımı çok seviyorum.



 daha da bilmek, öğrenmek istedikleriniz için gelsin;

10 Ara 2010

ÇİFTE DÜĞÜN! AY PARDON DOĞUMGÜNÜ!


Siz fark etmediniz ama ben geçtiğimiz hafta sonu doğumgünümü kutladım, bomboş geçirdiğim bir yaşın acısıyla sarsıldım, kendime geldim.

Hala elimde avucumda somut hiçbir şeyim olmadığını, bunun daha fazla böyle gidemeyeceğini anladım ve yeni yaşımda hayatımı bir yola sokmak için kendime söz verdim.
İşte ben kendime bu sene bir kitap ya da uzun zaman önce gözümde kestirdiğim bir giysiyi değil, bu sözü hediye ettim.

Ayrıca ilk kez hasta bir şekilde, en yakın arkadaşım antibiyotik iken bir doğumgünü geçirdim,o yüzden ne oldu ne bitti pek anlayamadım.

Fakat her zamanki gibi, daima yanımda olan ailem hasta da olsam, beni kayiflendirmek için uğraştı.

Siz hasta yatarken kapının çalması, neyse ki kalkamayacak kadar hasta olmamanız, dolayısıyla kapıyı açmanız, açtığınızda ise üstünde mumları yanan bir pasta görmeniz, kapıda "iyi ki doğdun" şarkısı söyleyen bir ailenizin olması ve elindeki çiçeği size uzatan canınız ciğeriniz bir yeğene sahip olmanız.......Gerçekten inanılmaz güzel bir şey.

Konuyla ilgili neden hiç fotoğraf yok derseniz, fotoğraf makinemiz bozuldu :/
(umarım yılbaşına kadar yapılır!)

Şimdi size bir soru!
Benim doğumgünüm demek aynı zamanda neyin doğumgünü demek.

Bu blogun demek!
İlk günden takip edenler şimdi bir "haaaaa....." diyebilirler.
Bilmeyenler taa ilk posta gidebilirler.

Geçen sene doğumgünümden bir gün sonra açtığım blogum benimle birlikte bir yılı devirdi burda.

Peki bu yazı neden gecikti diye sorarsanız...
Hastaydık dedik ya.

Herkese sevgiler, hastalıksız kışlar, çalışanlara çabucak geçen cumalar, çalışmayanlara gelsin cumalar, gitsin yan gelip yatmalar...

1 Ara 2010

HUZURUNU ARAYAN ROMAN: HUZUR


İkinci kez, bu sefer kitap kulubümüz için okudum, bitti.
Alınacak, yazılacak çok yeri var bu derin romanın ancak içlerinden seçmek lazım gelir değil mi...

"Dede'yi Wagner olmadığı için, Yunus'u Verlaine, Baki'yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz bucaksız Asya'nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz halde çırçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden yeni bir terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz. Başka milletlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz."
s.252

 "Hangimiz yıldızlı bir gecede kainatı bütün ağırlığıyle  sırtımızda taşımayız. Hiçbir şey insanoğlunun cesareti kadar güzel olamaz."
s.94

"Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir, asıl mesele hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır!"
s.196

29 Kas 2010

ANNE BEN DİZİ MANYAĞI OLDUM - 2

Biiiiirr!
How I Met Your Mother


 6. sezonun 11. bölümünü beklerken geçen haftaki bölümle ilgili bir kelam edeyim istedim:
kendisi,
legan...........wait for it............dary !

Uzun zamandır (nerdeyse 2. sezondan beri) gülmediğim kadar güldüm,
kendi kendime izlediğim komik bir şeyde çok az kahkaha atarım, epey kahkaha attım.

..............................spoiler'ımsı..............................
 Sonuç olarak    -aman diyeyim Blitz olmadan!-   izleyin bu bölümü.

Ha bir de Jennifer Morrison, senin yapacak başka işlerin yok mu güzel kızım, çek git şu diziden yahu.
..............................spoiler'ımsı..............................

İkiiiiiiii !
Spartacus




Aslında bu tür dizileri pek izlemem, amma ve lakin Spartacus oldukça sevdirdi kendini.
13 bölümden oluşan tadımlık bu ilk sezon, neyse ki Ocakta başlayacak bir ara sezonla daha tatmin edici olacak.
Çizgi roman tadında sahneleriyle, dönemin entrikalarını anlatmasıyla gerçekten başarılı dizi.

Bu dizi ile ilgili tek tavsiyem şudur;
Eğer internetten indirip (ya da online şekilde) izliyorsanız ya tek izleyin ya da yanınızda gerçekten çekinmeyecek kadar yakın biriniz olsun.Zira dizi,  oldukça cinsel içerikli sahne içeriyor.
Yapımcılar ve oyuncuların bile kabul ediyor bunu.
Tv de zaten cinsel ve şiddet içerikli sahnelerin nerdeyse tamamını kestikleri için sorun yok.


Ve üçççç!
Hung


Bölük pörçük izlediğim, sonra baştan başlamaya karar verdiğim bir dizi daha.
Yeni başladım,ilk sezon eğlenceli gidiyor.
Bakalım daha sonra daha da mı eğlenceli olacak, yoksa yalnız fik fik olaylarıyla ve içi doldurulmamış karakterlerle mi devam edecek.
Çünkü bu dizide böyle ikiye ayrılmış düşüncelere rastlıyorum.
İndirelim, izleyelim, görelim diyorum.

Bu dizileri izlediniz mi?
Sevdiniz mi?
Neden sevdiniz?
Ne oldu da sevmediniz?
Ve bu ara siz neleri beğenmektesiniz?

Not: İşsiz olmanın en güzel yanı, ne bol bol uyumak, ne bütün gün eşofmanla oturabilmenin verdiği rahatlık...İşsiz olmanın en güzel yanı bu dizileri rahaaat rahat izlemek.Beğenmezsen yenisini indirip izlemek.Çok beğenirsen döne döne izlemek.Yıllardır ders çalışarak kaçırdığın sezonları yutar gibi izlemek.Yeni dizileri ise ilk sezonlarından takip edebilme şansı yakalayarak izlemek.İzlemek de izlemek...


28 Kas 2010

ABLA KIYAĞI


İnsanın böyle bir ablası olması,
"Bu akşam bira gecesi, kendini kap gel yeter" demesi
lazım. 


Çok güzel bir şey çok.
Çerezin önüne geliyor,
boşaldıkça bardağın dolduruluyor,
sohbet de bir yandan.oh mis!




Evet, bunlar herhangi bir barda da oluyor
ama
abla evinde hesap ödenmiyor,
hehehe :)

26 Kas 2010

BAZEN GERÇEKTEN ÇABUK GEÇİYOR (MUŞ) ZAMAN


Boşuna değilmiş,
bugün,
elimin,
arkadaşımızın iki sene önce yaptığı,
bu resme gitmesi.

Hani orda olduğunu bilirsiniz
ama
uzun zaman açıp bakmazsınız,
sonra bir gün tesadüfen elinize geçer de,
ona bakmaktan ne kadar mutlu olduğunuzu hatırlarsınız.
çünkü size güzel şeyleri hatırlatır,
çünkü sevdiğiniz biri sizin için düşünmüştür onu,
size vermiştir.

İşte  boşuna değilmiş
o resmin bugün elime geçmesi,
gülümsetmesi...

Unutkanlık mı bu bana iyiden iyiye sirayet eden,
yoksa boşvermişliğim mi...?
her neyse,gitsin bir an önce.
hatırladığım,
önemsediğim,
değer verdiğim,
koruduğum,kolladığım
zamanlarım gelsin yeniden.


25 Kas 2010

formspring zımbırtısı


of puf afra tafra.......
can sıkıntısı böyle bir şey işte.
sorun, soruşturun, yazın, çizin.
hepsi sizin için.
(desem de inanma.canım sıkılıyor canım...hım hımmm!)

24 Kas 2010

SEN NASIL BİR ŞEYSİN?!


Biraz önce e2'de Conan'da izledim de, adam bildiğin yakışıklı, hem de çok güzel gülen türünden.
Bilirsiniz az sayıda erkeğe verilen bir şanstır bu, yukardaki tarafından.

"Sana şık kıyafetler giydiriyorlar, bir sürü insan seninle ilgileniyor, bu sayı bütün gün uğraşan yüzlerce insana ulaşınca öyle yakışıklı oluyorsunuz işte" diyor.

Dostum bırak bu mütevazilik kisvesini.Sana bu da yakışır, sana ne giysen yakışır, o ayrı, ama Jon, come on!
Yapma dostum, sen alenen yakışıklısın.
Ama kirli sakal yok, jilet kaydıya devam böyle hadi bakayım.
Sıvaz, sıvaz, sıvazz...

BURASI İSTANBUL


Herkesin birkaç günlüğüne kaçıp kurtulmak istediği, böylece nefes almaya çalıştığı İstanbul'daydık bayramda.
Bize değil pırtlanguça bayram oldu.
Şımardı, delirdi, zıvanadan çıktı.
Onunla beraber biz de birazcıkk...

Ne yaptık ettik, daha ne yapacaktık derken, kafamızda gidilecek yerlerin, alınacak zımbırtıların listesiyle dolanırken bir baktık bitmiş tatil.



"İstanbul sizin olsun" dedik, tırıs tırıs geri döndük.
İyi, hoş, çok güzel şehir, kolay doyulmayacak cinsten.
Lakin bana göre değil.
Seninle böyle ara sıra görüşmek yetiyor bana İstanbul.
Şimdi tadın damağımda fotoğraflarına bakıyorum.
Çiçek Pasajı'nı, Taksim'i dünya gözüyle bir kez daha görmek dileğiyle,
ne diyeyim...


Bunca gezmeye enerji dayanmaz, vitamin lazım, şekerli bi şeyler lazım!

Makaron...Sen ne tatlı bi şeysin öyle!

İstiklal'de kızıl bir hatun...Pasaklı Kraliçe'ymiş diyor görenler...




O değil de, bu çocuğun tatlılığı ne olacak?!


15 Kas 2010

20 LİK DİŞ NEYMİŞ NE DEĞİLMİŞ + BAYRAM GELMİŞ HOŞGELMİŞ

 Hayatı boyunca "diş ağrısı nedir" bilmeyen ben, birkaç gün önce 20lik diş ağrısı ile tanıştım.
Tanışmaz olaydım, bu ne biçim bir şeymiş arkadaş, hayattan soğuttu beni!

Bambaşka bir şikayetle diş doktoruna gitmem, onun "Önce şurdaki 20lik dişini çekmemiz lazım"
 demesi ve benim bundan az biraz tırsıp yaklaşık bir buçuk ay ertelemem ama daha sonra bundan kaçamayacağımı anlamam sonucu geçen gün tuttum dişçinin yolunu.

Malum önce film çektirim hastanede, aman allahım o nasıl diş öyle, bildiğin yat yatmış duruyor paşam sinsi sinsi.
Hadi dedim, benim ağzım yan gelip yatma yeri değil, doğru doktora.
Doktor filme baktı, biraz zorlayacağını söyledi.Bu sırada hala biraz korkuyorum ama çok da dert etmiyorum, nasıl olsa dayanıklıyımdır ben bik bik diye.

O gün uyuşmadı ağzımdaki kritik nokta.
İkinci gün tekrar gittim.
İki uyuşturucu iğne, hala olması gereken uyuşukluk yok.
O arada tabi resmen inşaat işçisi gibi kazı yapıyor doktor ağzımda.
Yan yatan dişi yaslandığı yerden ayırmaya çalışıyor,kırıyor ediyor ama sanki benim beynimdeki sinirler, söküyorlar tek tek.

Derken, yıllardır yapmadığı bir şey yapacağını, kemikle diş arasına iğne uygulayacağını söyledi, eğer o da olmazsa Samsun'a gideceksin dedi.
Höh! dedim, yapma etme doktor, kurtar beni bugün dedim, çünkü o orda kazı yaptıkça akşam eve geldiğimde dayanılmaz acı ve ağrı oluyor.

Neyse ki son yarımlık ama stratejik vuruştan beş dakika sonra harikalar diyarının kapısı açıldı bana.
Diş yerinden oynadı ve çekilebilecek kadar uyuştu.
Hala inanılmaz bir baskı hissediyorum doktor oraya abandıkça ama az öncekiyle kıyaslanmaz.
Sonra bir baktım elime ayna tutuşturuyor tam bir şovmen doktorum.
"Bak" diyor, "İzle bunu bak, her zaman görebileceğin bir şey değil bu"
Hakikaten de öyle, aynadan dişime bakıyorum, doktor sağa sola oynatıyor, pıt diye kopup boğazımdan aşağıya kaçacak gibi, ama fiziksel olarak bir acı duymuyorum.
Derken çekti aldı dişi. Oh! Kurtuldum! diyorum.
Binbir teşekkürle ayrılıyorum dişçiden.

Ama asıl sancı eve gelip de uyuşukluk geçince başlıyor.
Bu kadar zorlayan diş, çekip gittikten sonra bile rahat vermiyor.
Üç gündür acı bir yandan, ağrı bir yandan.Doğru dürüst konuşmak zor, yemek yemek nerdeyse imkansız.
Ama yine de şükrediyorum, hem o gün o dişten doktorum beni kurtardığı için, hem de acı dışında ciddi bir sağlık sıkıntım olmadığı için.

Bu arada, doktorun, dişi kırmak ve oynatmak için kuvvet uygulamaya çalışırken şişen kol damarları bana ilk kez diş hekimliğinin erkek mesleği olabileceğini düşündürdü.Hayatım boyunca hiçbir mesleğe böyle bakmadım ama bir kadın nasıl abansın o dişe öyle, nasıl o kadar kuvvetli olsun yav?!

Neyse...Bu kadar dramatizasyon yeter.Çünkü nihayetinde haftalar önce planlanan bayram kaçamağımız gelmiş durumda.
Çoğu insanın ara sıra kaçıp kurtulmak istediği o şehre, İstanbul'a gidiyorum bugün; bir aksilik olmazsa üç gün kalıp döneceğiz.
Doğru dürüst konuşamıyor da olsam, yemek yiyemiyor da olsam, yola çıktığım andan itibaren  
parola eğlence olacak!

Herkese iyi bayramlar, iyi tatiller, iyi dinlenmeler, istediği ne varsa onlar işte.
Yağmursuz, sissiz bir İstanbul bulurum inşallah.
Hadi gittim ben!

9 Kas 2010

İZLEMEYEN OKUMASIN! HEM SPOILER DOLU, HEM ...ÇOK FENA ÇOK


Dün geceden beri etkisinden kurtulamadığım bir şeyden bahsedeyim mi size...
House'un 6. sezon finali dağıttı beni gece gece.
Bütün bir bölüm boyunca bir iç karartısı, acaip bir belirsizlik, sonunun ne olacağı  bilinmezlik.
Nerden başlasam bilemiyorum valla...

Bölümün sonlarına kadar yaşananlara kısaca değinecek olursam, her ne kadar bir insan gibi davransa da House'un bittiğini düşündüm ben bölüm boyunca, nasıl olacak bu iş dedim, sen tut bir sene boyunca uğraş ama herkes mutlu olsun,herkes işine gücüne baksın, sen arkalarından bak...
Hele hastası ölünce, Foreman'a atar yaptı ya:
-Sorun da bu! Her şeyi doğru yaptım, ama yine de öldü
diye...Hah dedim House artık bittin.


Sonra evine geldi, hiç ummadığımız bir yerden son vicodin zulasını çıkardı, bir sene  boyunca ona hiç ihtiyaç duymamışken.Sonra gözleri doldu, ilacı almakla almamak arasındaki o müthiş tereddütte.Dibe vuruşun böylesi dedim kendi kendime.

Ama derken  ne oldu, pat diye Cuddy çıkageldi.Onu ince çizginin bu tarafına çekti aldı.Yine bir halüsinasyon mu değil mi diye düşünürken bitti 6. sezon.
Ne yalan söyleyeyim, ben son ana kadar halüsinasyon olduğunu düşündüm.Elinde ilaçlar olmadığı halde var gibi görebilir, içtiği halde kendini içmediğine inandırmak isteyebilir diye düşündüm.

Sonra dayanamadım hemen 7. sezonun ilk bölümünü indirdim.20-25 dk lık bekleyişimde halüsinasyon olduğuna kesin kanaat getirdim ve resmen içim acıdı House'a.
Eve girdiğinde onunla birlikte acaip bir iç sıkıntısı yaşadım, "Bu gece nasıl bitecek, nasıl sabah olacak, nasıl bir sabaha uyanacağım" diye düşündüm kendimi onun yerine koyup.Bu hisleri birebir yaşattıkları bir bölüm yaptıkları için yönetmenleri ciddi anlamda takdir ettim.Hugh Laurie'ye ise bir kez daha diyecek laf bulamadım!

Derken 7. sezonun ilk bölümü indi. Gördüğümüz şey House ile Cuddy!
Yani gerçekmiş benim halüsinasyon sandığım şeyler.


Ben aşık House'u çok sevdim.İnanılmaz hoşuma gitti.Bazılarının dediğinin aksine mıç mıç bir ilişki, bayık bir romantizm havası yoktu.Çok tatlı, sakinleşmeye çalışan, ruhunun gazını alan bir House gördüm ben.Kendilerini bütün gün eve kapattılar ama hep gergin, hep parmak ucunda yürüdüler.Şöyle bir oh diyemediler, onca senelik bekleyişe rağmen.İkisi de bu iş nasıl olacak diye düşünmeden edemediler.Yani işleri zor, onlar da farkında,Zaten son anda House yine dedi diyeceğini.Ama aklı başında Cuddy hemen bu duruma da el attı, pes etmedi, olacak mı olmayacak mı bırak görelim dedi.
Kapıyı kapattıklarında ise içerde House'un, dışarda Cuddy'nin yavaş yavaş kaybolan gülümsemesi, "Ne bok yiyeceğiz şimdi"  bakışı her şeyi anlatıyordu.

Yani diyeceğim o ki, hem sezon finalinde hem de yeni sezonda beni fazlasıyla tatmin eden gelişmeler oldu.Ben zaten başından beri bu ilişkiyi istiyordum, bence çok doğru bir zamanda başladı, gelişmeleri zamanla görmek büyük sabırsızlık yaratacak bu bünyede ama olsun.

Bu arada House,
i lobe you!
Anladın sen onu.

8 Kas 2010

BİR KIŞ AKŞAMI


Yine bir kış  akşamı olsa...
Hava soğuk, ev biraz sıcak.
Yine arkada bu şarkı çalsa...
Elimde Decameron gibi bir kitap yine,
onu bitirme, bir şeyleri yetiştirme kaygısı seni beklemenin güzel sakinliğine karışsa...
Bu kez bir de o ucuz şaraplarımızdan bir kadeh,
yanında da dün geceden kalma bayatlamış birkaç tuzlu fısıtk.

Odamın lambası yine bozuk olsa,
ben mecburen mumla aydınlansam
ve bu çok hoşuma gitse yine,
bile isteye birkaç gün yaptırmasam ışığımı,
vanilya koksa tüm odam.

Sonra sen gelsen,
ben bugün neler yaptığımı anlatsam,
sen ise planda yokken beni özlediğin için geldiğini, bitirilmesi gereken işleri boşvermemi söylesen,
atlasak yine arabaya ve sokağa karışsak...

O andan  sonra,
varsın hava soğuk, dudağımda kışın getirdiği bir uçuk
olsun.

7 Kas 2010

SİNEMADA SÜRPRİZ SONLAR ve AĞIR DANDİK ZİNDAN ADASI


Bir kez daha anladım ki, insaların sonunda şok olduğu, "Oha!" , "Hadi behh!" dediği  filmler bana göre değil.
Verin abi bana durum hikayeleri, fotoğraf karesi gibi filmleri, verin bana İtalyan'ı, Fransız'ı, ne bileyim çeşit çeşit dünya sinemasını,ohh mis.

Belki "iyi film" anlayışım, filmin şok etmesi ya da sürpriz yapmasıından ibaret olmadığından, belki de

***************spoiler***************
adamın şizofren olduğunu değilse de psikolojik  bir sorunu olduğunu
***************spoiler***************

filmin ortalarında anladığımdan beni sarmadı film.


Ama Leonardo gayet iyi değil de nedir, biri bana söylesin.
Şey olarak yani, oyuncu olarak, hihi evet o açıdan.

6 Kas 2010

AKIP GİDEN...HUUU....ZAMANLARI....HU HU HU HUU...HOUSE'LA DOLDURMALIII


Bölümlerin torrentten inme süresiyle, benim onları yutar gibi izleme sürem arasında korkutucu bir ters orantı var.

Deli gibi izliyor efendim durduramıyoruz!

5 Kas 2010

MİM ÖZRÜ

KPSS den bir süre önce buralara pek uğramadım, takip edenler belki farkındadır, belki de kimsenin umrumda değildir, bilemeyeceğim.
Bildiğim, ben buralarda yokken bazı bloger arkadaşlarımın beni düşünüp mimlemiş olmaları.

Üstlerinden zaman geçtiği ve bana yollanan mim dalgaları bittiği (?) için sanırım zaman aşımına uğradı cevaplanması gereken mimlerim.
Zaten ben mim özürlü olduğumu düşünüyorum, benden bir şeyler istendiği, beklendiği zaman genelde yapasım gelmiyor, yapasım gelse ilhamım gelmiyor. Yani bana mim yolladığınızda sorulan soruları fazla ciddiye alıyorum ve bazen geceleri uyumadan önce "Yahu en son yollanan mimi nasıl cevaplasam ki, şeyi sormuşlar acaba vermem gereken uygun cevap nedir ki...." diye düşünürken buluyorum kendimi.
Cevaplanması gereken bir mim varsa onunla ilgili bir yazı yazmadan başka post girmeyi de doğru bulmuyorum nedense.

Anlayacağınız gelin akıl sağlığım ve blog yazılarımın devamlılığı için bana mim yollamayın.
Şimdiye dek yollayan arkadaşlarıma gerçekten çok çok teşekkür ediyorum, belki kendilerinin de cevaplamaya zorlandıkları mimleri saygı duyup cevapladıkları, bir de beni düşündükleri, emek verip ismimi oraya yazdıkları, üşenmeyip buraya uğrayıp "bende mimin var" diye not bıraktıkları vs. için.
Gelin görün ki mim özürlülüğü var bende.

Hepinizin bunu mazur görmesini umuyor, hepinizden özür diliyor ve keyifli bir cuma akşamı yaşayın diyorum.
Bu akşam bir şey yapın sadece kendiniz için, mutlu olun.
Daha ne diyeyim,
Öperim!

31 Eki 2010

ÇIK GİT HAYATIMDAN ,BİT ARTIK!

House M.D. de Dr.House Cuddy'e diyor ki; "Her zaman istediğini alamazsın."
Daha sonra Cuddy cevap veriyor; "...Ama yeterince uğraşırsan ihtiyacın olanı alabilirsin."

Hımm, "Güzel","Hoş" demiştim, tutmuştum bu felsefeyi. Dedim ki kendi kendime her zaman istediğini alamazsın sophie, ama yeterince uğraşırsan ihtiyacın olanı alabilirsin.
Bugün yukardan cevap geldi; "BOK ALIRSIN!"

Ben elimden geleni yaptım da ne oldu, sıkılsam da,çatlasam da, bu kafayı patlatmak ister hale gelsem de çalıştım, benim elimden gelen buydu, yeterince uğraştım dediğim yer burasıydı, ne oldu???? Ne aldım ya da alacağım?????

Bu ülkeden de, bu ülkede yaşamaktan da nefret ediyorum.
Bugün toplattığınız bütün anahtarlar, yüzükler bilmem neler hepsi toplansın, kıçınıza girsin, çıkamasın, orda sıkışsın kalsın!!!!!!!!!!!

Lan o kadar mı salak görünüyoruz ordan artık yeterdir, insafdır,çüştür,ohaadır!
Ama yok ya siz de haklısınız, ne de olsa beyin bedava!!!!!!!!!!!

KPSS DAY, MAYDAY, MAYDAY!

Hayatımda gördüğüm en büyük rezalet olan bugünkü iptal sınavına imzasını atan herkesi can-ı gönülden tebrik edesim var.

Kişi başı 0.33 ml lik  erikli su,
naneli olips -ki hiç sevmem- ,
2 tane fatih marka kalem,
uyduruk bir kalemtıraş
ve de dandik ötesi bir silgi
verilen böyle acaip bir sınava sonuna kadar katlandığım için kendimi tebrik edesim var.


(Merak edeniniz olur diye getirdim, fotoğrafını çektim.mihihi, ne gereksiz işler di mi, olsun olur o kadar, sınav kafası bu, kolay değil.)

Ösym iptalin en başından beri uyarı verip duruyor.Kalem yok, silgi getirmek yok bilmem ne...Ulan tamam da ben sizin dandik silginizi kullanıp cevap kağıdımı mahvetmeye mecbur muyum la!
Sonra kolye, yüzük, küpe bilmem ne hiçbir metal olmayacak üzerinizde dendi, lan mal millet küpeyle kopya mı çekti, angut! Paşa paşa sınav öncesi aldılar soruları, sen ona önlem al sıkıysa.
Milletin kulağındaki küpeyi çıkar al, ama türbanlılar istediği gibi otursun.Ben şapkayla oturmak istesem alacaktınız beni de değil mi...
Küpemi çıkarttırdılar yaaa...Ben onun varlığını unutmuşum bile orda.Halbuki kopya çekecektim ben onunla, neyse, seneye inşallah!


Hem çalışanlar bilir, eğitim bilimlerinde "batıl inanç" diye bir kavram öğretlir.Evet evet, hepimizin bildiği batıl inanç bu.İşte ne bileyim bir öğrencinin kendine şans getirdiğine inandığı bir kıyafeti olması, sınavlara uğurlu bilmem neyiyle girmesi gibi durumlar var teoride.E benim uğurlu kolyem, yüzüğüm varsa ne olacak mal!
Madem pratikte kabul etmeyeceksin böyle bir şeyi, neden öğretiyorsun o zaman?!

Ayrıca hiç de olağanüstü güvenlik şeysi yoktu, elle aramalar falan.yuh!
Millete sorup sormam sonucu fark ettiğim bir diğer şey de güvenlik durumunun binalara, kişilere göre çok değiştiği.Kimileri araba anahtarını bırakmak zorunda kalırken, kimileri aynı anahtarla rahatça girmiş.Kimileri sigarasını, madeni parasını bıraktı, kimi yerlerde hiçbirini umursamamışlar falan filan işte....

Ya neresinden devam etsem, daha neleri anlatsam bilemiyorum.Zaten elim hiç kitaplara gitmiyordu, sınava girmek angarya gibi geliyordu...İyice bitti kpss benim gözümde.Bu mu lan benim hakettiğim şey, ben bu sikko olaya daha fazla dahil olmak istemiyorum.

Bütün kpss kitaplarımı yakasım var bugün.İşim olmasın istiyorum artık bu saçma şeyle.Ne bu rezalet uygulamaları hakediyorum ne bu sınavın güvenilirliğine, geçerliliğine inanıyorum. O kitaplarda anlatıp durduğunuz geçerlilik var ya, hah o işte.

Ben böyle sınavın çeldiricisine de, kapsam geçerliliğine deee..........
Bi gidin yaa!!!!!!

8 Eki 2010

L'ALBERO DELLE PERE


CNBC-e'nin bu haftaki dünya sineması kuşağında izlediğim güzel bir İtalyan olur kendisi.

Tv izlemek niyetinde  değildi.
Ne var ne yok bir bakıp kapatayım dedim ama bu filme takılınca dayanamadım izledim.

Ben zaten, "Bugüne kadar yaşadığım, bildiğim en güzel duygu kardeşlik duygusudur" diyen ve de yeğenim Pırtlanguç'tan sonra küçük çocuklara kıyımsız olan bir insanım...O yüzden etkiledi bu film bayağı beni.
Siz de dünya sinemasından hoşlanıyor ve azcık dağılayım, üzüleyim diyorsanız buyrun izleyin.
İyi seyirler.

4 Eki 2010

KİTAPLIĞINI GÖSTER


Blog dünyasına hemen hemen yeni girdiğim günden beri takip ettiğim,
sık ziyaret etmeye çalıştığım bloglardan  NE ÖYLE NE BÖYLE 'nin sahibi Ceren, "Kitaplığını Göster" diye bir başlık açtı ve biz de kitaplıklarımızı gösterdik.

Siz de istiyorsanız BU başlığa gidin ve ordan Ceren'in yazdığı adrese kitaplığınızın fotoğrafını yollayın.Ben yolladım ve bir de burda göstereyim dedim, çünkü bu kitaplığın benim için önemi büyük,çünkü bu kitaplıkta
çok kişinin emeği ve hatırası var.

Bu kitaplık her şeyden önce babamın bize kalan en önemli mirası olan kitaplarla dolu.
Sonra, ablamın yıllarca aldığı, biriktirdiği kitaplarla dolu.
Benim daha ortaokulda başlayan kitap okuma maceramla alınan kitaplarla dolu.
İçinde siyasetten tarihe,tiyatroya olduğu kadar, romanlar, hikayeler,şiirler, denemeler ve elbette üniversite ders kitapları var.
Bir de yıllarca dağıttıklarımız, verdiklerimiz ve geri alamadıklarımız var, canları sağ olsun götürenlerin.
Çünkü arada bizim de başkalarından aşırdıklarımız var :)

Ama bu kitaplığın en güzel yanı benim olması.
Babamdan kalan + Türk Dili-Edebiyatı'ndan mezun olduğumda "Bunlar artık senin" diye ablamın verdikleri + benim aldıklarım...Hepsi benim.
Bundan büyük miras olur mu?

3 Eki 2010

SÖKMÜŞ KONUŞMAYI





Bazen bizim Pırtlanguç ısrarla konuşmadığında kızıyoruz, onu konuşmaya zorluyoruz falan.
O da bi konuşsa, bi açılsa böyle mi dökülecek acaba?!
Böyle iyi o zaman ya...

29 Eyl 2010

MUSCLE MUSEUM

Bir de ne duyayım, dolmuştaki çocuğun telefonu çalıyor bu şarkıyla.
Belki o da benim gibi sadece bir kişi için ayarladı bu şarkıyı, belki de çok seviyor, her arayanda çalıyor.

Peki bu şarkıyı her duyduğunda benim hissettiklerimi hissediyor mudur o da sence?

En çok kokular, sonra da şarkılar hatırlatırmış insana anılarını.

Bilirsin, her şeyi unuturum ben, olmadık ıvır zıvırlar kalır bazen aklımda ama; sevdiğim, mutlu olduğum, güldüğüm, eğlendiğim, kızdığım, kırıldığım çok şeyleri unuturum.

Ama korkma, bu şarkının bana hatırlattıklarını unutmam .

Artık telefonum binlerce samsung kullanıcısı gibi çalıyor ama ben hala mutluyum, arayan sensen.
Cep telefonlarını hala sevmiyorum ama mutluyum, arayan sensen,
kızgın da olsam, küs de olsam...

Peki sen,
"Can you see that i'm needing,
beging for so much more, than you could ever give"
? ? ?

27 Eyl 2010

KPSS ÇALIŞMAK KİŞİYE SAÇMALAMA ÖZGÜRLÜĞÜ VERİR

Geçen gün hızlandırılmış KPSS çalışma enayiliğim zincirine bir halka daha eklemek amacıyla deneme sınavları seti ararken, piyasada hepsinin iç edilmesinden mütevellit, hem elim boş eve dönmeyeyim diye, hem de 2004'ten bu yana çıkmış bütün Eğitim Bilimleri sorularını birarada bulayım diye bu kitabı aldım.

Fotoğrafını çekmeye ve bilgisayara,ordan da buraya yüklemeye çok üşendiğim için bu kez görseli direkt google'dan araklıyorum.

Ben 12,5 TL'ye aldım, bilmem böyük şehirlede daha ucuza bulan olur mu, olur muhtemelen.

Bu arada hazır Yediiklim demişken bir yıldır gördüğüm,çözdüğüm, okuduğum KPSS yayınları hakkında iki kelam etmek istiyorum,

İhtiyaç, hoşsun ama boşsun;
Nobel, kusura bakma, çok tırtsın;
Beyaz Kalem, zor olacağım diye çok kasmaktasın;
Uzman Kariyer, orijinal olsun diye kendini yırtmakta başarısızsın;
Yediiklim, favorimsin :)

Tabi bir de Yargı var.Ben sanırım Yargı'ya biraz önyargılıyım.Böhühöhüüü...
KPSS lafına yeni yeni aşina olduğum günlerde herkes seni bana çok zor diye anlattı.Tabi o zamanki Sophie için zordun farkındaydım, şimdi seni cebimden değilse de bir yerimden çıkarırım muhakkak, büyüdüm ben, çok emek verdim Eğitim Bilimleri dünyasına, kendimi aştım bir nevi.Yine de hala ısınamadım sana.Ama 31 Ekim e kadar senin denemelerini çözmezsem aklım kalacak, siparişini vermeli en kısa zamanda.

İşte böyle...
Gördüğünüz gibi kitaplarla, yayınevleriyle "kişileştirme" yoluyla konuşma evresine geçtim.
Bu demektir ki kafayı tam sıyırmadan, eğitim temalı bu yazının devamı gelecek.
İsteyen kaçınma koşullanması oluşturabilir bu yazıdan sonra.
Bir sonrakinde görüşmek üzere eyvallah!

26 Eyl 2010

İNCİRDEN ÇEKİRDEĞİNE



İnciri eline yüzüne bulaştırarak, öpücük verir gibi kabuğundan çekilebilen her zerresini hüpleterek yemek bence çok zevkli bir şey.
Peki ben inciri böyle yemeyi seviyorum diye incir de beni sevmek zorunda mı?
Şey, pardon, yanımdakiler buna katlanmak zorunda mı?
O zaman en iyisi yalnızken incir yemek.


O değil de yediğim bu incir çocukluğumdan beri yediklerim içinde en güzeliydi, toplayan eden, getiren götüren sağ olsun.
Peki ben bu senenin ilk ( büyük ihtimalle de son) incirini yerken dilek tuttum mu?
Hıımm.....
Tuttum, tuttum.


İncir çekirdeğini doldurmayacak meselelerin 
gününüzü mahvetmemesi, 
incirin sizi her zaman mutlu etmesi dileğimle...
KEYİFLİ PAZARLAR...

23 Eyl 2010

"GÖRDÜĞÜN GİBİ BU MESLEĞİ SEÇMEMİN NEDENİ PATCH ADAMS FİLMİDİR." VE HOUSE MAVİ EKRAN VERİR!


Dr. House' u tanıyanlar bu sahnede benim gibi yarıldılar mı bilmiyorum ama ben geçen gece kendi kendime üç beş tur koptum bu olaya.
House'un da  nasıl gıcık edilebileceğinin cevabıdır bu video.
Ne Cuddy'nin ne de Wilson'un yaptıkları onu bu kadar sinir edebilmişti.
Allahım çok güldüm yaa,uyyş!...

İmza: House M.D. S4&E07

DÜZELTME:
Sayfa açıldığında bazen yazıya ait video görünmüyor, 
halbuki bu yazının bir videosu var sevgili okuyucu.
Eğer göremiyorsan, sayfayı yenile,
olmuyorsa bir daha yenile, ne bileyim bir şey yap,
hele ki eğer House M.D. takipçisi isen izle ve bir daha gül.
:) 

21 Eyl 2010

NİHAYET...


Daha iyi anlatılamazdı
dediğim bu fotoğrafın hakkını verdiğin,
bana, 
ailene, 
en önemlisi kendine
bu mutluluğu yaşattığın için
teşekkürler,
hayırlı olsunlar, 


Tebrik koyuyorum canım sana :)
Hadi gözümüz aydın...

20 Eyl 2010

HOUSE BEKLEMEDE, KPSS YİNE ENSEMDE

Bu akşam House'un 7. sezonu başlıyor ama ben heyecanla bekleyemiyorum kendisini. Çünkü hala ilk 6 sezonu bitiremedim, 4. sezonda tıkandım kaldım.
Önce araya bir haftalık tatil kaçamağı girdi, sonra hadi dedim bu haftasonu bir ivme kazandırayım, ama yok, ne oldu, KPSS'nin Eğitim Bilimleri oturumunun iptal edildiği, 40 gün içinde yeni sınav yapılacağı haberi geldi.

Başlangıçta bu habere sevinsem de iki gündür çalışmaya çalışma denemelerim sonucunda anladım ki, bana pek bir şey ifade etmiyor bu sınav. Nedenlerim çok...
Her şeyden önce,
Midemi bulandırıyor,KPSS kısaltmasını duymak, söylemek, yazmak ve yeniden kitapları açmak!


Ayrıca benim asıl sabahki oturumum, yani GK-GY , kötü geçmişti fakat sınavın o kısmı iptal değil, halbuki orda da soruların çalındığı çok açık.
Bu kopyacı arkadaşlar paşa paşa bu sınava tekrar girecekler, tamam eğitimden bir bok yapamayacaklar ama bu ne demek, öğretmen değilse de devlet memuru olacaklar demek.Bu insanların hayat boyu devlet memurluğundan men edilmesi gerekirken  bunlar kendilerine ayrılan sıralara oturup cevap kağıtları öyle böyle doldurup, temmuzda yapılan sınavın ilk oturumuyla aldıkları puan sayesinde takır takır atanacaklar.

Hem soruları kimler hazırlayacak ve o soruların tekrar sızdırılmayacağına dair nasıl bir güvencemiz olacak...

Açıkçası koyuyor artık bana bu sınava çalışmak, çalışmak değil resmen enayilik çünkü adı.

Umudumun neredeyse sıfır noktasında olduğu bir durumdayım, ne yapmalı, hayatımın bu kısmını nasıl yola sokmalı, hiç bilemiyorum.

Yine de beni bekleyen kitaplara dönmek şu an için yapabileceğim tek şey.

O yüzden buralarda pek görünmezsem bilin ki enayiliğimin doruklarıyla, yaşadığım ülkeden duyduğum nefretin dayanılmaz hafifliği arasında son çırpınışlarla gidip gelerek "Bir umut işte" demekte, çalışmaktayım.

Siz iyisi mi yine de "Bol şans!" dileyin, ben duyarım...

19 Eyl 2010

GEÇ KALMIŞ BİR DOĞÜMGÜNÜSÜ...VE ÖZRÜ...


10 adet A4 kağıt: 50 kuruş


1 adet keçeli kalem: 1 lira


Bu postu okuması için  Avea'lı arkadaşı aramanın 20 dakikası: 50 kuruş


Yazıyı okuduğunda arkadaşının duyduğu mutluluk...paha biçilemez!


Yani umarım. Umarım çok geç kalmamışımdır.


Mutlu yıllar canım...